17 Eylül 2023 Pazar

Muhammed İkbal'in Felsefesinde Vahdet-i Vücud Anlayışı

Muhammed İkbal (1877-1938), Pakistan'ın milli şairi ve İslam filozofu olarak tanınan büyük bir düşünürdür. Onun felsefesi, İslam kültürü ve medeniyetinin yeniden canlanması için bir vizyon sunar. İkbal, Allah'ı ezelî yaratıcı ve Hz. Muhammed'i de insanoğlunun gelişmesinin en yüksek noktası, yani örnek insan olarak görür. İkbal, hayatın her alanında İslami prensiplere uyulması gerektiğine inanır.

İkbal'in felsefesinin en önemli kavramlarından biri de "vahdet-i vücud"dur. Vahdet-i Vücud, varlığın birliği, yani Allah'ın varlığı dışında hiçbir varlığın olmadığı anlamına gelir. Bu kavram tasavvuf geleneğinde önemli bir yer tutar. İkbal, vahdeti vücudu kabul eder, ancak onu tasavvufçuların anladığı şekilde değil, kendi yorumuyla açıklar. Ona göre vahdeti vücud, Allah'ın varlığı ile kâinatın varlığı arasındaki ilişkiyi ifade eder. Allah, kâinatı yaratmıştır, ancak kâinat Allah'ın zatından değil, sıfatlarından tecelli etmiştir. Yani Allah ile kâinat arasında hem yakınlık hem de ayrılık vardır.

İkbal, vahdeti vücudu anlatırken, insanın konumuna da dikkat çeker. Ona göre insan, Allah'ın en güzel sıfatlarını taşıyan ve O'nun halifesi[1] olan bir varlıktır. İnsan, Allah'ın iradesine uygun olarak kendi iradesini kullanmalı ve kendi benliğini geliştirmelidir. İnsan, kendi benliğini tanıdıkça ve güçlendirdikçe Allah'a daha yakın olur. Bu nedenle İkbal, insanın benliğine saygı duymasını ve onu korumasını ister. İkbal'in benlik anlayışı, hem bireysel hem de toplumsal bir boyut taşır. Bireysel olarak insan, kendi kişiliğini ve özgürlüğünü korumalı; toplumsal olarak ise Müslüman milletler, kendi kültürlerini ve bağımsızlıklarını savunmalıdır.

İkbal'in felsefesi, hem geleneksel hem de modern unsurları içerir. İkbal, hem tasavvufun derinliğinden hem de Batı felsefesinin akılcılığından yararlanır. Eserlerinde İslam'ın evrensel mesajını  ve Müslümanların milli kimliğini vurgular. Allah'a teslimiyeti ve insanın iradesini de önemser. O, hem vahdeti vücudu hem de benliği savunur. O, böylece İslam felsefesine yeni bir soluk getirir ve Müslümanların çağdaş sorunlarına çözüm önerir.

Kısacası İkbal, vahdet-i vücud yerine vahdet-i şuhud, yani şahitliğin birliği kavramını tercih eder. Vahdet-i Şuhud, tasavvuf felsefesinde Allah'ın varlığına bütün varlıkların şahit olduğunu, ancak O'nun zatının hiçbir varlıkta tecelli etmediğini savunan bir anlayıştır. İkbal, bu anlayışa göre Allah ile insan arasında dinamik ve etkileşimli bir ilişki olduğunu, insanın Allah'ın iradesine uyarak kendi iradesini de ortaya koyabileceğini söyler. İkbal, bu şekilde insanın hem Allah'a yaklaşacağını hem de kendi benliğini gerçekleştireceğini ileri sürer.

Dipnot:

[1] Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.

0 yorumlar:

Yorum Gönder