5 Ocak 2025 Pazar

(3) Osmanlı Devleti'ne Gönderilen Sözcü Marco Minio'nun Raporu[1]

(Pregadi Konseyi'nde 8 Nisan 1522 Tarihinde Okutulmuştur)[2]

GİRİŞ

Leonardo Bembo, 24 Ağustos 1513'te elçi seçildikten sonra 2 Mayıs 1516'da görevi bitince ülkeye dönmüş, Senato onun yerine geçecek kişi olarak Tommaso Michele Contarini'yi seçmiştir. 

9 Ocak 1519'da [Contarini elçi] seçildikten sonra kendisine kâtiplik etmesi için 15 Ocak'da da Daniele Ludovici seçilmiştir.

Contarini, 1519 Mart'ının ilk günlerinde Venedik'ten ayrılır. 6 Temmuz'da ise İstanbul'da (Kostantinopolis) olduğu konusunda kesin haberler vardır.

Bembo'nun geri dönmesi ve döndükten birkaç gün sonra ölmesi ile ilgili olarak Sanuto, “Diarii” isimli eserinde bazı bilgiler vermektedir.

——

[1] Albèri, Le Relazioni Degli Ambasciatori Veneti Al Senato, Firenze (Floransa) 1865, Serie III, cilt III, 69-91.

[2] Venedik Senatosu'nda 8 Nisan 1522'de okutulmuştur.

Bu rapor, Şövalye Cicogna tarafından 1843'te Venedik'te yayınlanmıştır.

16. yüzyıldaki bir elyazması eserden alınmıştır. Venedik'te yaşayan değerli İngiliz Beyi Rawdon Brown'a ait bir elyazmasıdır.


7 Ocak 1520 tarihli günlük sayfasında şu bilgiler yer alır: «Dün bu topraklara Liesina'dan Ağribar (grippo) gemisi ile İstanbul elçisi olan Bay Bembo gelmiştir.

(4) Kendisi İstanbul'dan Mattio Verga'nın gemisiyle yola çıkmış, Liesina'ya geldiğinde ağribara binmiştir.

Buraya, Venedik'e, çok maceralı bir deniz seyahatinden sonra varmıştır.

Vardığı akşam prensimizi ziyarete gitmiş ve onunla konuşurken Türk Beyi'ne herkesin itaat ettiğini ve önünde herkesin titrediğini söylemiş.

Birileri elini öpmeye gittiğinde büyük korku içinde olurlarmış.

Hemen sessizce dizlerini öptükten sonra hiçbir şey söyleyemeden paşalar kendisini dışarı çıkarıyorlarmış.

Veziri de pek fazla görmek mümkün değilmiş. Vezir de beye karşı olan saygısından sıkıca başını örtermiş.

Çok büyük bir bey olduğundan ve hep altın toplamayı planladığından, bizim beyliğimizle barış içerisinde olmak istiyormuş, tabi biz de kendisiyle barış içinde olmak niyetindeysek.

Yani onu ve topraklarında yaşayanları rahatsız etmediğimiz sürece.

Paşalara büyük hediyelerle gitmek gerekliymiş, bu şekilde sultana hakkımızda kötü şeyler söylemezlermiş.

Paşalara yılda 8-10 bin düka vererek, bey ile barış içinde olabilirmişiz.

Bey, Rodos'un karşısında, ... de bir kale yaptırmayı planlıyormuş.

Bunun için ustaları ve mühendisleri inşaata başlamak için göndermiş. 25 kadırga dolusu adam bu inşaat için gitmiş.

Donanmasına gelince, düzeltilmesi için oldukça zaman gerektiğini yazmış.

Ama yine de büyük bir bey olduğu için zamanında donanmayı hazır edeceğini düşünüyormuş.

Sufi'nin[*] ise orduyu hazır etmek için çalışma yapmadığı söyleniyor.»
——
[*] Safevi hükümdarı Şah İsmail (ed.).
——
Sanuto, sonra, 30 Haziran 1520'de yazdıklarına şu hususları ekliyor:

«Bu sabah San Salvatore'de İstanbul elçisi Bay Leonardo Bembo toprağa verildi.

Kendisi geri dönüp, dojun huzuruna çıktıktan hemen sonra hastalanmış ve raporunu sunacak zamanı bile olmadan ölmüş.

Böylece İstanbul'dan gelen arka arkaya iki elçi, raporlarını sunamadan ölmüşler.

Yani Nicola Giustinian ve Leonardo Bembo.»


(5) Contarini'nin elçiliği sırasında Sultan [I.] Selim 21 Eylül 1520'de ölüyor ve yerine [Sultan] Süleyman tahta çıkıyor.

Yüce Venedik Cumhuriyeti bundan haberdar olunca aynı yılın 8 Kasım'ında, her zaman olduğu gibi, tahta oturan yeni sultana tebriklerini sunmak için bir elçi gönderip, barış yenilemesi yapmak ister.

Bu elçinin adı Marco Minio'dur. Kendisi Venedik'ten 21 Mayıs 1521'de yola çıkmıştır. Aynı yılın 21 Eylül'ünde İstanbul'a varır.

Sultan Süleyman, başlangıçta Venedikliler'in tarafında olduğunu belirtmiş, ama Minio'nun İstanbul'a geç varmasından rahatsız olmuştur.

Osmanlı ordusu Suriye'de isyan çıkaran [Canbirdi] Gazali'yi yendikten sonra, Sultan bu büyük zaferden çok memnun olur ve aynı yılın Şubat ayında, o eski ve sevilen Doj Leonardo Loredanʼa sevgi nişanesi olarak asinin kesik başını göndermeye karar verir. Bu çok barbarca bir davranıştır. Contarini bu fikirden vazgeçmesi için çok çaba harcar.

Bu arada Belgrad da 29 Ağustos'da pes etmiştir. Minio, Sultan Süleyman ile ilgili görüşmesini 2 Ekim'de gerçekleştirir ve 11 Aralık'ta barış antlaşmaları yeniden imzalanır.

13 Ocak 1522'de İstanbul'dan ayrılır ve Kandiye'ye doğru yola çıkar.

2 Aralık 1522'de Kandiye'de alay kumandanı olarak seçilmiştir.

13 Şubat'ta Kandiye'ye varır varmaz, elçiliği sırasındaki raporları yazdırmaya başlar ve Şubat ayının son günü tamamlayıp, Costantino Cavazza ile Senato'ya gönderir. Bu rapor 8 Nisan 1522'de okunur.

Sanuto, aktardığı günlüklerinde bu raporun çok güzel ve detaylı olduğunu söylemiştir.

Şövalye Cicogna 1845 yılında raporu yayınlatmıştır.

Randown Brown'un, Marino Sanuto ve eserleri hakkında yayınladığı yazılara bakılırsa, tarihle çok yakından ilgilenmiş bilge biridir.

Cicogna Minio'nun raporuna bir önsöz yazarak Minio'nun bazı biyografik bilgilerini vermiştir.[3]

——

[3] Bu bilgiler Alberi'nin derlediği elçi raporlarının ikinci serisinde yer almaktadır.


(6) [Marco Minio'nun Raporu]

«Ekselanslarının verdiği emri yerine getirmek üzere, daha önceden seçilmiş olduğum alaya katılmak için İstanbul'dan döner dönmez Kandiye'ye geldim.

Temsilciliğim esnasında gördüğüm, öğrendiğim ve sizleri ilgilendireceğini düşündüğüm olayları aktarmak isterim.

Yazımı çok fazla uzatıp ekselanslarının vaktini almak istemem.

Sizlere önce bu beyin sahip olduğu büyük güçten, sonra neler yapmayı planladığından, son olarak da bu temsilcilik süresi içerisindeki münasebetlerimden bahsetmek isterim.

Belirttiğim gibi yazımı çok uzun tutmayacağım. Zaten söylemem gerekenleri ara sıra ekselanslarına gönderdiğim mektuplarda da söylemiştim.

Burada sadece uygun gördüğüm konulardan bahsedeceğim.

Bu hükümdarın[4] ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu anlatarak vakit kaybetmeyeceğim.

Sahip olduğu topraklardan, himayesinde olan, hüküm sürdüğü devletlerin çokluğundan bu durum açıkça ortada.

Bu yüzden bütün Hristiyanlığın bu hükümdardan korkması gerekmektedir.

Sultanın hazinesine çok miktarda para giriyor. Ayrıca çok sayıda adamı ve emrinde çalışan çok sayıda kişi var.

Hazineye giren para yaklaşık 3 milyon altın. Topladığı verginin tutarı ise 1.200.000 düka.

Haftada dört kez sarayda Divân toplantısı yapılıyor. Her kabul günü toplantısında da para toplanıyor.

Paşaların toplantı yaptığı mekânda da deri çuvallar içinde para var.

Burada ayrıca toplanan gümüş akçeler de var. Sayılmadan önce yığılıyorlar. Her seferinde büyük akçe tepeleri oluşuyor.

Diğer büyük bir gelir kaynağı da koyunlar. Yaklaşık 800 bin düka, hayvanlardan gelir olarak sağlanıyor.

Madenlerden elde edilen gelir ise 400 bin.

——

[4] I. Süleyman. Osmanlılar kendisine yüzyılın sultanı, Kanunî ünvanını vermişlerdir. Avrupalılar ise kendisine hakettiği “Büyük” ünvanını vermişlerdir.


(7) Bir o kadar da tuz ocaklarından geliyor. Kalan kısım ise ticaretten elde ediliyor.

Bununla birlikte ekselanslarının çok miktarda da harcaması oluyor.

Bu beyin yanında 10 bine yakın yeniçeri var. Yeniçerilere üç ayda bir ödeme yapılıyor.

Yeniçerilerin başı 95 bin düka maaş alıyor. Şu anda beyin yeniçerilerinin sayısı bu kadar fazla değil ama bey hergün bu sayıyı tamamlayabilmek için uğraşıyor.

Ayrıca 10 bin atlı adamı var. Onlara da üç ayda bir para ödeniyor ve yeniçeriler kadar para alıyorlar.

Tüm bunların haricinde üç ayrı sarayın masrafları karşılanıyor. İlk saray, beyin kendi sarayıdır.

Bu sarayda 200 kadar delikanlıya bakıyor. Onlara okuma, yazma eğitimi veriyor. Sonra da silah kullanımı konusunda eğitiliyorlar.

Bu çocuklar 18 ya da 20 yaşına geldiklerinde saraydan ayrılmalarına izin veriliyor.

Hayatlarını idame ettirecek giysiler, para ve bir de at veriliyor.

Bu erkek çocukları, okuma yazma ve silah kullanımı eğitimi dışında hiçbir sebepten dolayı sarayda tutulmuyorlar.

Sonra bir de kadınların bulunduğu saray var. Bu saray için de harcanan para çok fazla.

Asıl saray ise Pera tarafında bulunuyor. Orada da eğitim için çok sayıda erkek çocuğu tutuluyor.

Ayrıca farklı birçok iş için çok sayıda insan da var bu sarayda. Bey, onlara da bakıyor.

Bunların arasında Mora'da yaşamış olan çok sayıda Hristiyan Rum var. Ama sultan, şimdi bu Hristiyanlar için ödediği parayı kesmiş, çünkü harcamaları haddinden fazla olmaya başlamış.

Sultanın hâlâ çok parasının olup olmadığını anlayamadım. Bazıları olduğunu, bazıları ise paraların azaldığını söylüyor.

Sultan olarak [tahta] oturduğu[5] gün beylerin hazineden çok fazla para[6] harcadığı söyleniyor.

——

[5] Burada tahta çıktığı gün anlamına gelmektedir.

[6] Sultanın tahta çıkmasından hemen sonra yeniçerilere verdiği hediyelerden bahsedilmektedir.

1481'de [II.] Bâyezid tahta çıktığında her bir yeniçeriye 2 bin akçe vermiştir.

1512'de tahta [Yavuz Sultan] Selim çıktığında ise bu bedel 3 bin akçe olmuştur.

[Sultan] Süleyman da 1520'de tahta çıktığında yine yeniçerilere 3 bin akçe vermiştir.

Yeniçeriler ise 3 bin akçe yerine 5 bin akçe talep etmişlerdi.

Devletin diğer görevlileri de padişahtan tahta çıktığında hediye olarak para talep ediyorlardı.


(8) Çok sayıda adamı olduğunu daha önce de belirtmiştim.

Bütün ülke topraklarını timarlılar arasında bölüştürmüş. Bizim ülkemizdeki feodal sistem gibi.

Bütün bu kişiler, savaş zamanı atlarıyla birlikte sultandan para almadan hizmet vermekle yükümlüler.

Büyük beye saygıda kimse kusur etmiyor. Bu yüzden çok büyük ordular kurması işten bile değil.

Sultanın emirlerine uymayan kimse yok. Hayatlarına mâl olacağını bilseler de, kimse sultanın söylediklerine karşı gelme cesaretini gösteremiyor.

Ben İstanbul'dayken büyük bey, silahdar ağasının idam edilmesini emretti. Silahdarların hepsi atlı adamlar.

Silahdarbaşı da oldukça saygın bir adam ve emrinde çok sayıda köle var.

Sultan, silahdarbaşının evine bazı çavuşlarını gönderdi ve bunlar da şöyle dediler:

"Sultanımız senin asılmana karar verdi”. Ne kendisi ne de köleleri hiçbir şekilde direnç göstermedi. Hemen ölüme götürüldü. Evdekiler de hiçbir savunmaya geçmediler, sadece ağlayarak ölüme giderken silahdara eşlik ettiler. Bu, gerçekten çok önemli ve anlatmaya değer bir olay diye düşünüyorum.

Deniz işlerine gelince, ekselanslarının İstanbul ve Gelibolu'da toplam 100 büyük ve 92 küçük kadırgası [kalyata?] bulunuyor.

Bunların büyük bölümünün kötü durumda olduğu söylentisi de var.

Bir tersanesi de var. Sultanın yaptığı inşaat eklemeleri ile 114 gözlük bir yer hâline getirilmiş ve büyütme çalışmaları devam ediyor.

İstanbul'da olduğum dönemde sultan tam iki kez tersaneyi şahsen ziyaret etti.

Bu tersanenin sadece bir kısmı duvar ile örülmüş, diğer tarafları ahşap.

Bu yüzden içerisindeki çalışmaları kolaylıkla izleyebilmek mümkün.

Gelibolu'da da bir tersanenin inşaasına başlandı. Burası şimdilik sekiz gözlü oldu.

İnşaatta çalışmalar durmadan devam ediyor.


(9) Aradan çok zaman geçmeden beyin İstanbul ve Gelibolu'da yaptırdığı tersanelerde bütün donanmanın kalabilmesi için yer olacak.

Ekselansları her donanma çıkarmak istediğinde çok para harcamasına gerek kalmadan hemen hazırlatıyor, çünkü bütün ülke her on adam için dört ay boyunca o donanmada paralı olarak kalacak bir adam vermek zorunda.

Gemilerin giydirilmesinde[7] halatları ve yelkenleri için kullanılan ipler ve kumaşlar, [bu] topraklarda yaşayan kulları tarafından hediye ediliyor. Yedikleri lezzetli erzaklar da öyle.

Sultanın büyüklüğünü özetleyecek olursak; çok yüklü bir geliri var, istediği zaman istediği büyüklükte ordu hazırlatabiliyor ve herkes kendisine sonsuz itaat ediyor.

Bu yüce sultan, kusursuz bir Türk olarak görülüyor. Kanunlarına herkes sonuna kadar uyuyor.

Hem Hristiyanlar'ın, hem de Museviler'in düşmanı.

Museviler, onun zamanında artık Sultan Selim dönemindeki kadar iyi muamele görmüyor.

Bütün Museviler, sultandan çok şikâyetçiler. Sultan, tahta çıktığında söylediklerinden çok farklı davranıyor.

Evet, çok okuduğu, bilgi sahibi olmak için çabaladığı doğru, ama gerekli olduğunda katı kararlar almayı ihmal etmiyor.

Anlattığım gibi, başkalarının idareyi ele almasına, onun yerine ülkeyi yönetmelerine kesinlikle izin vermiyor. Kendi fikirlerini uygulamak konusunda oldukça inatçı.

Çok sulhsever bir kişi olduğunu sanmıyorum, hatta çok savaşçı olduğunu düşünüyorum. Belgrad'a[8] yaptığı seferden sonra artık yapamayacağı hiçbir şey olmadığını düşünmeye başladı.

Sadece ekselansları değil, Belgrad'ı ele geçirdiği için bütün büyük adamlar, Hristiyanlığın anahtarının onun elinde olduğunu düşünüyor.

——

[7] Gemiler için gerekli olan her şey.

[8] Belgrad, [Sultan] Süleyman'ın eline 29 Ağustos 1521'de, uzun bir kuşatma ve Macarlar tarafından cesur bir savunmadan sonra geçmiştir.

Sultan bu şehirde 3 bin yeniçeriden oluşmuş bir garnizon bırakmıştır.

O topraklarda yaşayan Bulgarlar'ı da İstanbul'a taşımıştır.

Bu şehirde [İstanbul'da] halen bir mahalle ele geçirilen kalenin adını taşımaktadır.


(10) Çünkü Belgrad'dan kolayca Hristiyanlar'ın içlerine girebileceğini düşünüyorlar. Ve herkes bunu açıkça söylüyor.

Bey, Hristiyanlar'a saldırmaktan başka bir şey yapmayacak.

Ben, hem Mustafa Paşa, hem de Rumeli Beylerbeyi ile konuştuğumda, her ikisi de siz ekselanslarının arkadaşı olduğundan, size bu bey ile hep barış içinde olmanızı tavsiye ediyorlar. Çünkü Sultan Selim kendi dininden[9] olanlara karşı savaş açtı. Bu beyin ise Hristiyanlar'a karşı silahlanmak niyetinde olduğu çok açık. Macarlar'a saldırmaya kararlılar, siz ekselanslarının Türk Beyi'nin öfkesine kurban gitmemek için dikkatli davranmanızı tavsiye ediyorlar.

Beylerbeyi de bana şöyle söyledi: “Bakın size güzel bir nasihatta bulunacağım: İmparatorluğumuz sizin topraklarınızı çevrelemiş durumda, ama siz bizim topraklarımızdan oldukça uzaktasınız.

Size ne kadar çok zarar verebileceğimizi bir düşünün. Ben bütün bu ülkeyi yönetiyorum. Size bunu açıkça söyleyebilirim.”

O değerli paşaların bana sorduklarından, sultanın Hristiyanlar'a düşman olduğunu anlamak mümkün.

Bana Hristiyan prenslerin ne kadar gücü olduğunu sordular ve benden onlar hakkında bilgi almak istediler.

Her birinin ayrı ayrı içinde bulunduğu durumu öğrenmek istediler.

Papanın gücünü ve gelir kaynaklarını sordular. Ben, elbette cevapları biraz abartarak verdim ama uygun miktarda. Sonuçta anlattıklarımın inandırıcı olması gerekiyordu.

Onlara papanın çok kolay bir şekilde çok para bulabileceğini söyledim. Sonra bana imparatorun [V. Karl/Şarlken] ordusunda kaç atlı, kaç piyade askerin olduğunu sordular.

Cevap verirken söylediğim sayıları da biraz büyüttüm. İmparatorun sahip olduğu toprakları saydım ve son olarak Almanya İmparatoru seçilmekle Almanya'yı da topraklarına kattığını anlattım.

Ben anlattıkça, paşaların yüz ifadelerinden oldukça düşünceli olduklarını anladım. Bana Hristiyanlığa bağlılığıyla ünlü kralı da sordular.

——

[9] Yani İranlılar [Safevîler] ve Mısırlılar'a [Memlükler'e] karşı.


(11) Bu soruya da abartarak cevaplar verdim.

Sonra siz ekselanslarının imparator ve kral ile aranızın nasıl olduğunu sordular.

Her iki majesteleriyle de barış içinde olduğunuzu söyledim.

Bana şöyle dediler: “Siz imparatordan çok Fransa ile anlaşıyorsunuz”.

Ben de siz ekselanslarının Fransa majesteleri ile daha iyi anlaştığınızın doğru olduğunu söyledim. Ama diğer majesteleriyle de barış içinde olduğunuzu yineledim.

Roma ile ilgili de birçok detay sordular. İstanbul'dan oraya kaç günde gidileceğini ve en uygun yolun hangisi olduğunu öğrenmek istediler.

Bu sözlerinden Hristiyanlar'a saldırmaya kararlı olduklarını anladım.

Bu saldırıda önceliği Macaristan'a verecekler, sonra diğer yerlere rahatlıkla ulaşabilecekler.

Bununla ilgili olarak Mustafa Paşa şöyle dedi:

“Beyinize söyleyin eğer Türk Beyi Macaristan'a saldırırsa, Macaristan Kralı'na yardım etmemesini tavsiye ediyoruz”.

İstanbul'da kaldığım süre içerisinde, Türk Beyi'nin saldırıyı bu yıl gerçekleştireceğinden emin olmamı sağlayan olaylar oldu.

Daha önceleri Macarlar'a değer veriyorlardı. Şimdi ise onların gözünde hiçbir değerleri yok.

Çünkü Türkler Belgrad'ı kuşatırken Macarlar, onlardan beklendiği şekilde orayı[10] savunmamışlar. Türkler güçlü bir direniş ile karşılaşmamışlar ve bu da Macarlar'ı gözlerinde değersiz kılmış.

Bana neden Macarlar'ın Belgrad'ı gerektiği gibi savunmadıkları, Türkler'in gücünü neden hiçe saydıkları konusunda ne düşündüğümü sordular.

Ben de buna Türkler'in hiç şaşırmaması gerektiğini, çünkü onları çok savunmasız yakaladıklarını, kralın kısa süre içinde Türk Sultanı'nın büyük gücüne karşı koyabilecek orduyu bulamamasının normal olduğunu düşündüğümü söyledim.

Papanın Macarlar'a yardım edeceğine inanıp inanmadığımı sordular. İnandığımı söyledim.

Papa ile imparatorun arasındaki münasebeti sordular, ben de akrabalık ilişkilerini açıkladım. İşte bütün bu sorulardan, saldırıya hazırlandıklarını düşündüm.

——

[10] Belgrad'ı savunanlar, Sırplar'ın din nefreti ve onları anlaşmaya zorlayan bazı idarecilerin ihaneti olmasa sonuna kadar dayanacaklardı.


(12) Beyin bu yıl çok büyük bir donanma hazırlatacağı söylentisi ağızdan ağıza dolaşıyor, ama bunu hangi temele dayandırdıklarını bilemiyorum.[11]

Orada bulunduğum son güne kadar, daha önceden siz ekselanslarına gönderdiğim haberlerde donanma ile ilgili yazdıklarım dışında başka bir hazırlık görmedim.

Yani dört kadırga hazırlanmış, diğer ikisi de hazırlanıyordu.

Ama aynı zamanda böyle bir güce sahip olan bir beyin çok kısa sürede büyük şeyler yapabileceği de doğru.

Gelibolu'ya gittiğimde de gemilerin hazırlık içinde olup olmadığını anlamaya çalıştım. 

Pek de bir şey yapılmadığını gördüm, ama Sakız Adası ve Midilli'den ustalar çağrıldığını duydum.

Bundan eminim, çünkü Mustafa Paşa ile konuştuğumda kendisi bana dışarı göndermek için 10 kadırga hazırlattığını söyledi, tıpkı bir önceki yıl yaptığı gibi.

Ayrıca donanmanın başına, bir öncekinden çok daha vasıflı bir kumandan atayacağını da söyledi.

Türk Sultanı ilk önceleri büyük miktarlarda para harcamaktan çekinmediği için çok ılımlı biri olarak görülüyormuş.

Böyle görülmesinin sebeplerinden biri de, babasının Acemler'in[12] elinden aldığı birçok değerli şeyler karşılığında onların zararlarını tazmin etmek istemesi.

Günümüzde o kadar da çok para harcamadığı görülüyor.

Yapması gereken birçok harcamayı da ertelemeye başladığı söyleniyor.

Söylenenlere göre Türk Sultanı 29[13] yaşında. Çok çabuk sinirlenen biri ve elini öpmeye gittiğimde gördüğüm kadarıyla esmer ve solgun yüzlü. Gözleri çukur. Başının üzerinde bir sarık var.

——

[11] Rodos seferinin hazırlıkları yapılıyordu.

[12] Azzaminler: Acemler, İran tüccarları.

[13] [Miladi takvime göre] 1494'de, Hicri takvime göre 900'de doğmuş.

Türkler eski inançlarına göre, her yüzyıl doğarken doğan hükümdarın bütün yüzyılın hükümdarı olacağını söylerlermiş.

Doğulular Süleyman'a “yüzyılın hükümdarı" demişler bu lakap da kendisine gerçekten çok yakışmış. 1521'de henüz daha 27 yaşındaydı.


(13) Kendisini sadece oturur vaziyette gördüğümden, boyu hakkında söyleyebileceğim tek şey, orta boylu olduğunu sandığımdır.

Sadece birkaç gün içinde, ikisi erkek, biri kız üç evladını kaybetmiş.

Bunlardan ikisi, sultan Belgrad seferinden dönmeden önce vefat etmiş, üçüncüsü ise döndükten sonra.

Bu yüzden bir erkek evlattan başka çocuğu kalmamıştı.

Bu çocuk da bir yaşını biraz geçmiş.[14]

Ben İstanbul'dan ayrılmadan kısa süre önce iki çocuğu daha doğdu.

Eğer bey ölürse devleti şimdi büyük bir karmaşanın içine düşebilir. Fazlasıyla şehvet düşkünü olduğu söyleniyor; sık sık kadınların kaldığı saraya gidiyor. Çok düzensiz bir hayat sürdüğü, başka birçok şey yaptığı da söyleniyor. Birçok kez de bir gemiyle açılıyormuş. İslam dininin kutsal günü olan Cuma günleri de paşalarla birlikte camiye gidiyor.

Günümüzde, emrinde dört ayrı paşa hizmet veriyor. Sultan ile görüşmek isteyen herkes önce tüm konuları bu paşalarla görüşüyor.

Sonra da paşalar her şeyi beye aktarıyor ve bey de dile- diği şekilde kararlar alıyor.

Birincisi Türk olan Piri Paşa.[15] Kendisi herkesin sorularını toplayan ve onlara cevaplar götüren kişi. Hükümet konusunda çok kurnaz ve pratik biri.

Aslında birçok kişi kendisinin pek de sadık biri olmadığını, sık sık fikir değiştirdiğini düşünüyor.

Onsuz devlet işlerinin iyi yürümeyeceğini düşünenler de var.

Kendisine ihtiyaç duyulduğu bazı günlerde hasta olduğu bahanesi ile toplantılara katılmadığı anlatılıyor.

——

[14] Daha sonra onun yerine geçen oğlu Selim. [Albéri, şehzadeleri karıştırmıştır.

Zira Selim, 30 Mayıs 1524'te doğmuştur.

Minio'nun raporunda bahsettiği yaşayan tek şehzade, Mustafa olmalıdır.

Ancak bu durumda da Minio’nun verdiği bilgide bir hata ortaya çıkar.

Çünkü 1515'te doğan Şehzade Mustafa bu tarihte, altı yaşındadır (ed.)].

[15] Karamanlı Piri Mehmed Paşa: Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinin sonunda veziriazam ünvanını elde etmiştir.

Bir ay boyunca hiçbir şey yapmamış, Belgrad'da sultanı beklemiş.


(14) Bu şekilde [davranmaktaki] amacı, ona aslında ne kadar ihtiyaç duyulduğunu herkesin idrak etmesini [sağlamak] istemesiymiş.

Belgrad olayları sırasında paşalıktan azledilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış.

Bu hususu daha önceki mektuplarımda siz ekselansla- rına anlatmıştım.

Türk Sultanı, İstanbul'dan döndükten sonra da bu söylenti ağızdan ağıza dolaşıyordu, ama halen bir şey yapılmadığına bakılırsa, paşalık görevinde kalacağı anlaşılıyor.

60 yaşının üzerinde olsa gerek, sarayda yaptığı işlerden dolayı kendisine iyi para ödendiği de her halinden belli.

Hem onun gibi kişiler eğer paşa ünvanını alıyorlarsa, önemli şeyler yaptıkları da ortada.

İkinci paşanın adı ise Mustafa.[16] Kendisi eskiden Slav bir köleymiş. Çok kibar ve ağırbaşlı, uzun boylu, güzel görünümlü ve saygın bir kişi; yaklaşık 40 yaşlarında. Büyük Türk Sultanı'nın eniştesi.

Bostancı Paşa'nın karısı daha sonradan kendisiyle evlendirilmiş.

Siz ekselanslarının devletine çok bağlı olduğunu sık sık dile getiriyor. Münasebetlerim sırasında bana oldukça yardımcı oldu.

Üçüncü paşanın adı ise Ferhad Paşa.[17] Kendisi Şebenikli. 35-36 yaşlarında. Savaşçı bir adam gibi görünüyor. Suriye'den [Canbirdi] Gazali'yi kovan da o olmuş.

Tabiatında cesur ve üstün görünmeyi seven biri.

Dördüncüsü Kasım Paşa.[18] O da Türk ve yaşı oldukça ileri. Çok iyi bir insan olarak tanınıyor.

——

[16] İkinci Vezir Mustafa Paşa: Rodos kuşatması sırasında Osmanlı ordularının serdarı olmuş fakat Hayır Bey'in ölümünden sonra 1522 Ekim'inde Mısır'ın idaresi görevine gönderildiğinden Rodos'un teslim oluşunu görememiştir.

[17] 1484 yılında Şebenik'te doğan Ferhad Paşa, 27 Ocak 1521'de, Memlük Sultani Kansu Gavri'ye ihanet ettikten sonra Suriye ve Mısır'ın idaresini elde etmek isteyen ve bu yüzden Süleyman'a karşı gelmek isteyen [Canbirdi] Gazali'yi bertaraf etmiştir.

[18] [Sultan] Süleyman'ın defterdarı ve lalası olan Kasım Bey, halen Manisa'nın (Magnesia) idarecisiydi.

Belgrad zaferinden dönüşten sonra, ilerleyen yaşı yüzünden görevden alınmasını talep etmiş ve yılık 200 bin akçe maaş ile emekli edilmiştir.


(15) Kesinlikle rüşvet kabul etmeyen biriymiş. Pek fazla cesurca davranmadığı, toplantılarda çok az konuştuğu söyleniyor.

Türk Sultanı'nın onu paşalıktan alıp başka bir yere göndermek istediğini söylüyormuş sık sık.

Rumeli Beylerbeyi de onun yerine paşa olarak seçilmek için can atıyor. Bundan çok ümitli.

Anladığım kadarıyla bu paşalara gelir sağlamaları için birçok farklı mekânlar, topraklar verilmiş.

Buraların herbirinden yaklaşık 25 bin düka gelir sağlıyorlar.

Ama aslında çok daha fazlasını elde ediyorlar, bu şekilde de evlerine ve kölelerine bakabiliyorlar.

Rumeli Beylerbeyi 30 yaşlarında, Mora'da doğmuş, şişman, neşeli bir adam.

O da siz ekselanslarının ülkesine sempati duyduğunu belli ediyor.

Şebenik'e saldıran Bosna Sancakbeyi'ni, size bir iyilik yapmak için görevden aldıran o olmuş. 

Kısa süre içinde paşa olacağı düşünülüyor.

Sayın ekselansları, Türk Sultanı hakkında bilmeniz gerektiğini düşündüğüm bütün hususlar bunlardır.

Bu temsilciliğimle ve münasebetlerimle ilgili ekselanslarına aktarmak istediğim birkaç detay var.

Bunları anlatırken de kısa tutmaya çalışacağım.

Eğer İstanbul'a uygun bir zamanda, yani Türk Sultanı'nın orada olduğu bir zamanda gönderilmiş olsaydım, reddettikleri birçok isteğimizi elde edip dönebilirdim.

Aslında Türk Beyi oraya varışımı sabırsızlıkla beklemiş.

Bunun sebebinin de, Belgrad seferine çıkmadan önce, siz ekselansları ile barış anlaşmalarını imzalayarak daha huzurlu olmak istemesi olduğunu sanıyorum.

Keşke bu şehre, yaptığı sefere başlamadan önce varabilmiş olsaydım. Geç kalmış olmama çok üzülmüş.

Belgrad'ı ele geçirdiğini öğrenmiş olduğumdan ve olan bitenleri iyice anlamak için beklemiş olduğumdan İstanbul'a varmakta geç kaldığımı düşünmüşlerdi.

Ben ise sebebin kesinlikle bu olmadığını, başka mazeretlerim olduğunu onlara söyledim.

Bey, İstanbul'a döndüğünde Cuma günü camiye gitmek istemiş. Paşaların kendisini beklediği saray kapısında Piri Paşa'ya dönerek şöyle söylemiş:


(16) "Venedikli elçi gelmiş, seninle görüşmüş. Bu kadar geç kalmış olması konusunda neler söyledi?"

Paşa kendisine bütün mazaretlerimi iletmiş; o da şöyle cevap vermiş: “İnşallah böyle olmuştur”.

Bu şekilde hiçbir söze pek fazla inanmadığını göstermiş oldu.

İstanbul'a vardıktan sonra, her iki paşa, İstanbul valisi [İstanbul muhafızı/sadaret kaymakamı] ve Türk Beyi'nin kendisi tarafından bana sorulan ilk soru, neden bu kadar geciktiğim oldu; onlardan başka toplantılar yaptığım daha birçok Türk geç kalmış olmamdan duydukları üzüntüyü dile getirdiler.

Hepsine teker teker geç kalmamın sebeplerini anlattım.

Siz ekselanslarının da bildiği gibi bunlar çok geçerli sebepler. Tekrar anlatıp sizi sıkmak istemem. Onlara her şeyi anlattığımda özürlerimi kabul ediyorlardı.

Geç kalmamın sebebinin Belgrad seferinin sonucunu beklemek, sonra yola çıkmak olmadığını anlattım.

Ben şehre ayak bastığımda Belgrad'ın ele geçirilmesini kutluyorlardı.

Ben o günden çok daha önce Boğaz'dan geçtiğimi, ama seyahatime devam edebilmek için gerekli izni almamın kolay olmadığını, Boğaz'daki kalelerde konaklamak ve beklemek zorunda olduğumu anlattım.

Kaleler onlara ait olduğundan bundan şüphe duyamazlardı.

Bu anlattıklarımdan sonra yine bir araya geldiğimizde artık beni geç kaldığım konusunda bir daha rahatsız etmediler.

Paşalara yaptığım ziyaretlerde, söylemenin uygun olacağını düşündüğüm tüm şikâyetlerimizi dile getirdim.

Önce teker teker, sonra da Divân toplantısında hepsiyle bu hususta görüştüm.

Özellikle de Bosna sancakbeyinin Şebenik'e [gerçekleştirdiği] ve ayrıca Zara'ya yapılan saldırılarda tutsak edilen birçok kişinin iade edilmesini talep ettim.

Çünkü İstanbul'da iki gemi gördüm. Bunlardan biri Kara Mahmud tarafından Mikene'de (Micone) Kandiyeli birinin elinden alınmış ama sonra da sultanın donanması tarafından yakalanmış, Kara Mahmud da gemiyi bırakıp kaçmıştı.

Diğeri de Dimyat'tan (Damiata) gelirken tutsak edilmiş, İstanbul'a getirilmişti.

Bu gemilerin bana iade edilmesini talep ettim.


(17) Bunların haricinde Trablus'ta ele geçirilen mosta [yük?] gemisinin ve 16 tutsağın da teslim edilmesini istedim.

Bu paşalar, taleplerimin yerine getirileceği konusunda ümitli olduklarını söylediler.

Sanırım eğer istedikleri zamanda varabilseydim, Türk Sultanı'nın da düşündüğü şey tutsakları iade etmekti.

Paşalar, ekselanslarının fikrini değiştirmemesini umduklarını söylediler.

Aksi takdirde bana böyle söylemek için bir sebepleri olmadığını düşünüyorum.

Paşalara yaptığım ilk ziyaretler sırasında, ben şikâyetlerimi, taleplerimi dile getirdikçe, onlar da şikâyetlerini söylüyorlardı, özellikle de Koron'daki dört gemi hakkında. “Elçi bey, rahat ol, istediklerini elde edeceksin,” diyorlardı.

Sonra toplantılara, siz ekselanslarının hükmü altında olan kişilerin ellerinden çok çektiklerini söyleyen birçok kişi katılmaya başladı.

Ben de kendilerine söyleyebileceğim herşeyi söyledim.

Gelenler arasında ekselanslarının ülkesinde elçilik yapmış olan kişi de vardı.

Yeni Türk Sultanı'nın tahta çıkmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Kendisi Koron'da ele geçirilen tutsakları ve ganimetleri istedi. Bu kişiye de bildiğiniz cevapları verdim.

Herkesin ve her şeyin kendisine teslim edildiğini, başka tutsak ve eşyaların ortaya çıkması durumunda yine iade edileceklerini söyledim.

Onun haricinde başka birçok Türk erkeği ve kadını gelip, o gemilerde ölen akrabalarının hesabını soruyorlardı.

Onların şikâyetlerine karşı uygun sözleri bulmak, onları sakinleştirmek oldukça zor oldu.

Aynı şekilde değerli elçiyi İstanbul'a getiren kadırga tarafından ele geçirilen küçük gemidekilerin ve Şebenik'te asılanların da hesabını sordular.

Ekselansları, bana inanın, en tahammül edemedikleri konu, Türk gemilerinin ele geçirildiklerinde içindeki insanların idam edilmesi, yani öldürülmesi.

Birçok kez bütün paşalar bana bundan şikâyetçi oldular. Ziyaret ettiğim kişilerden de hep bu şikâyeti duydum.

Bu hususta ne kadar üzüldüklerini ve rahatsız olduklarını, barış anlaşmasına konu ile ilgili bazı şartlar koymak istemelerinden siz de tahmin edebilirsiniz.


(18) Bu şikâyetleri birçok kez dinledikten sonra bir gün saraya gittim ve paşalar tarafından kabul edildim.

Bütün taleplerimi tekrar dile getirdim. Yani o gemilerin ve tutsakların iade edilmesini söyledim.

Onlar beyin yanına girdiler ve beni beklettiler. Beyin yanından döndükten sonra yerlerine oturdular ve Tercüman Ali Bey'i yanlarına çağırdılar.

Ona, şu sözleri bana tercüme etmesini emrettiler:

“Paşalar, ekselanslarına taleplerinizi ulaştırmıştır. Kendisi bu talebi duyunca kaşlarını çatmış ve hiçbir şeyin ve hiç kimsenin iade edilmesini istememiştir.”

Bunu söylemek için beni huzurlarına çağırmışlardı.

Konuşmaya Piri Paşa başladı ve sultanın düşüncelerini aktardı.

Kullarının siz ekselanslarının elinden çok çektiklerini söyledi.

Anlatacakları çok uzayınca, bana söz verilenlerden çok farklı şeyler olduğunu söyleyeceğini anladım.

Beyin söylediklerini bana aktarması konusunda paşalar onu uyardılar.

Sultanın barış anlaşmasını şu şartla imzalamaktan memnun olacağını söyledi:

Kendisinden önce tahta oturan diğer beylerle yapıldığı gibi, bugüne kadar iki tarafın da uğradığı zararlar konusunda bir daha konuşulmayacaktı.

Ben bu cevaptan duyduğum üzüntüyü dile getirdim.

Bunun siz ekselansları ile aralarındaki dostluk açısından çok iyi olmayacağını söyledim.

Sultan, elçisini Venedik'e göndermiş, tahta çıkışını haber vermiş ve babasıyla da yapıldığı gibi Venedik ile dostluk içinde olduğunu bildirmişti hâlbuki.

Siz ekselansları da bu dostluğu onaylamış ve ilişkilerin barış içinde devan etmesi arzunuzu bildirmiştiniz.

Bu barışa güvendikleri için birçok tüccar da mallarını mosta gemisine yüklemişlerdi ve kimse bu malların telef olmasını istemezdi.

Bana şöyle cevap verdiler: “Eğer vaktinde gelseydin, her istediğini elde edebilirdin, ama beyimiz geç kalmış olmandan dolayı çok kızgın.”

Dostlar arasında biraz geç kalmış olmanın önemli olmaması gerektiğini söyledim.

Bunun üzerine Piri Paşa şöyle dedi: “Elçi, söylediklerimizi düşün ve sonra da bizlere cevabını bildir.”


(19) Bu konu hakkında neredeyse kavga çıkacak kadar tartışma olduğundan, bundan sonra onlardan ayrıldım, ama aynı zamanda denemelerime devam ettim.

Her zaman yapıldığı gibi, beye sunmak için güzel bir mektup hazırlattım.

Bu yazımda, yukarıda söylediğim her şeyin tarafımıza iade edilmesini talep ettim.

Yazıyı alıp teker teker paşaların yanına gittim, onlara da mektubu okuttum ve onlardan bu yazıyı majestelerine göstermelerini rica ettim.

Mektubu çok beğendiklerini ve memnun olduklarını söylediler.

Mustafa Paşa, istediğimi elde etmem için elinden geleni yapacağına söz verdi.

Paşalar Divân gününe gitmemi ve istediklerimi orada herkesin ortasında mektubu da göstererek söylememi emrettiler. Ben de öyle yaptım.

Ben onlardan ayrıldıktan sonra onlar da beyin yanına girdiler.

Ama Tercüman Ali Bey'i kaldığım yere gönderip, beyin taleplerimi karşılamaya yanaşmadığı konusunu yinelemesini istediler.

Barış yapmak istediğime çok sevindiğini, ama barış anlaşmasını geçmişteki olayları açmadan yapabileceğini iletti.

Benim barış imzalamayı istememem durumunda da beni özgür bırakacağını bildirdi ve benden hemen bir cevap vermemi istedi.

Ben de siz ekselansları beni bu büyük Türk Sultanı ile barış imzalamam için buraya gönderdiğinizden barışı imzalayacağımı, ama adaletsizce elimizden alınan mallar ve tutsakların iadesini talep etmekten vazgeçemeyeceğimi tekrar paşalarla konuşmak istediğimi söyledim.

Piri Paşa ve Mustafa Paşa ellerinden geleni yaptıklarına, ama sultanın fikrini değiştirmesini sağlayamadıklarına dair oğullarının üzerine yemin ettiler.

Sultanlarının bu konuda neden bu kadar ısrarcı olduğunu, kimlerin onu bu düşünceye sevkettiklerini de bilmediklerini eklediler.

Ben özellikle de Trablus'ta tutsak edilenler için çok üzüldüğümü, onların çok adaletsizce cezalandırıldıklarını söyledim.

Piri Paşa konu ile ilgili şöyle söyledi:

“Sana başım üzerine yemin ederim ki, sultanımla onlar hakkında konuşacağım ve serbest bırakılmaları için her şeyi yapacağım. Sultana serbest bırakılmaları gerektiğini anlatacağım ama bunu sen yola çıktıktan sonra yapacağım.


(20) Sultana, ‘elçi ülkesine döndü, hazretleri hapishanedeki Trablus tutsakları hakkında ne düşünüyorlar acaba’ diye soracağım. Konuşmama böyle başlayacağım ve serbest bırakılacaklarını umuyorum” dedi.

Ben de denenmemiş bir yol bırakmamak için, ülkeme dönmeden önce sultanın elini öpmeye gittiğimde, fırsatı değerlendirdim ve kendisinden gemileri ve tutsakları iade etmesini tekrar talep ettim. Sultan, bu konunun daha önceden bir karara bağlanmış olduğunu söyledi.

Paşaların bu konu ile ilgili her yolu denemeleri için, Piri Paşa'ya ve Ferhad Paşa'ya On İkiler Konseyi tarafından kararlaştırılan miktar olan 1.000 dükalık mal sözü verdim.

Böylece siz ekselanslarının isteklerini yerine getirmek için denenmemiş yol kalmadığını düşünüyorum.

Ama sultan oldukça inatçı biri ve kararlarını pek değiştireceğe benzemiyor.

Ekselansları, paşaların kendisini yönetmesine izin verdiğini asla düşünmesin. Onlar bile sultanın önünde titriyorlar. Onu kızgın gördüklerinde huzurundan hemen uzaklaşmaya çalışıyorlar. Huzuruna çıkma sebeplerini de hemen erteliyorlar.

Mustafa Paşa'yı, tam iki kez sultanın iznini almadan Trablus'ta tutsak alınmış gemicileri serbest bırakmaya çalıştığı için takdir ettim. Ama olmadı.

Çünkü Piri Paşa durumu önce sultana bildirmek istedi ve sultanın serbest bırakacağını umuyordu. Başka niyetleri olduğunu düşünmüyorum.

İstanbul'a vardığımda, kötü durumdaki bir ağribarın (grippo) sahibi olan Kandiyeli (Candialı) biri hapisteydi.

Adı Messer Bartolomeo Zen'di. Gemisi elinden alınmış ve satılmış, bütün mallarına el konulmuştu.

Bütün bunlar Setinesli[19] birinin isteği üzerine yapılmıştı.

Sonra da kendisine işkence edilmiş ve zorla, elinden alınan hiçbir şey üzerinde hak talep etmeyeceğini belirten bir mektup imzalatılmış. 

0 yorumlar:

Yorum Gönder